PROF. DR. ALİ AKAR


Geçen haftalarda Yıldız beldemizden bir akrabamızın çocuğu “Ali amca, siz tarihi, kültürü biliyorsunuz, bizim aslımız nereden geliyormuş, öğrenebilir miyim?” diye sordu. Düşündüm, şimdiye kadar bana kimse böyle bir soru sormamıştı. Şimdi bu genç kızımız aslını neslini niçin araştırma gereğini duymuştu… Sevinç ve merak arasında bir duyguyla “nereden icap etti?” dedim. “Arkadaşlarımın hepsi bizim aslımız şu, şuradan gelmişiz, şu ırktanız, şu milletteniz şeklinde söylüyorlar, bana ‘sen kimsin’ dediler. Ben de babamdan ve çevremden sordum, kimse bilmiyor. Bu kez, fırsat bulmuşken size sormayı istedim…” Anladım ki çocuğumuzun kafası, son yıllardaülkemizde sahnelenen etnik fitne gündemine uygun olarak iyice karışmış. Bunun üzerine ona anlatmaya karar verdim…Kızımızla bu konuda birkaç saat sohbet ettik.

Bir kez de burada yazarak başkalarına anlatmış olayım diye düşündüm…

Bizim aslımız neslimiz nedir, nereden geliyoruz?

Bir toplumun aslının, yani etnik kimliğinin öğrenilmesi için birkaç bilgi kaynağınabaşvurulur. Bunlar;

a) Tarih,

b) Dil ve kültür belgeleridir. Bu iki bilgi kaynağı geçmişe dair çoğu şeyi öğrenmemizi sağlar.

Bunlar ışığında beldemizin geçmişine bakalım…

Yıldızeli yöresinde ilk yerleşimlerkalkolitik çağ (maden taş devri M.Ö. 5000-3500) ile tunç çağı (M.Ö. 3000-1500)na aittir. Beldemizde yer alan Değirmenaltı’ndaki “Uzun İn” adlı mağaraların bu çağlara ait yerleşimler olduğu açıktır. Muhtemeldir ki insanlar olumsuz doğa koşullarına karşı bu kayaları oyarak kendilerini güvence altına almışlar. Soğuktan ve vahşi hayvanlardan ancak böyle bir sığınakla korunabilmişlerdir. Bunlar tarihöncesi, kültürel olarak bizi fazlaca ilgilendirmiyor, bilim adamlarının araştırma sahasıdır.

Sivas bölgesinin 1080’lerden itibaren Orta Asya’dan gelen yoğun Türkmen-Oğuz göçleriyle iskân edildiği bilinmektedir. 1064’te Selçuklu şehzadesi Elbasan Sivas yöresini ele geçirmişse de burada uzun bir egemenlik kuramamıştır. Malazgirt zaferinden sonra1075 yılında Melik DanişmendAhmed Gazi Sivas’ta Danişmendli Beyliğini kurdu. Daha sonra, Anadolu Selçuklu devleti sultanı I. Mesud 1152’de bölgeyi Selçuklu topraklarına kattı. Bunu takip eden yıllarda İzzeddin Keykavus Sivas’ı başkent yaptı, uzun müddet Sivas’ta kalarak şehri bayındır hâle getirdi ve 1217 yılında Şifahiye Medresesini yaptırdı. Bilim adamlarını Sivas’ta toplayarak şehri büyük bir bilim ve kültür merkezi yaptı. Sivas, 1243’de Moğol ve 1400 yılında Temür (Timur) istilasına uğradı. Bu küçük ve kısa süre kesintilere rağmen 1075’ten beri, yani 939 yıldır Türk yurdu olan Sivas’ın nüfus yapısı da Türkmen-Oğuz kitlelerinden oluşmaktadır.


Gelelim Yıldız Beldesine…

Beldemiz 1500’lü yıllardaki kayıtlarda Sivas vilayeti Tokat sancağına bağlı nahiye olarak yer almaktadır. 1530 tarihli Muhasebe-i Vilâyet-i Karaman ve Rum Defteri kayıtlarına göre Yıldız beldesinde tımar, zeamet ve sipahi merkezi olarak gösterilen 23 köy, 5 mezra, 3 de çiftlik bulunmaktadır. O dönemde beldemize bağlı köyler şunlardır:Alayundlu Köyü, Bağluviran Köyü, Arslandoğmuş Köyü, Beduhtun Köyü (Güneykaya), Bekir Veled-i Dosti Çiftliği, Geçtin Hacı Köyü, Geçmiş Köyü, Giren Mezrası, Geyiklik Mezrası, Hergele Köyü, Karaca Halil Mezrası, Karaca viran Mezrası, Karaltan Köyü, Karkın Köyü, Köpek Köyü, Marakom Köyü, Yakup Köyü (Yakupoğlan), Yusuf Oğlanı Köyü (Yusufoğlan), Yakup Mezrası, Zaviye Çiftliği, Saruyar Köyü, Yemliha Köyü. Bu köylerin bir bölümü günümüzde de bulunmaktadır.

Tarih kayıtları, beldemizin geçmişine ayna tutmaktadır.

Peki dil, gelenek ve görenekler bakımından beldemizin “aslını neslini” nasıl tespit edebiliriz? Otuz yıldır kültür ve dil tarihi araştırmaları ile ilgilenen bir akademisyen olarak beldemizin kültür tarihini göz önünde bulundurarak sürekli araştırmalar yaptım. Bu araştırma ve incelemelerde gördüm ki beldemizdeki gelenekler, dil ve kültür Türk dünyasının ayrılmaz bir parçasıdır. Bu sitede yazdığım bir yazıda (Yıldız Beldesinin Kültürel Değerleri) belirttiğim gibi Yıldız’da kullanılan birçok sözcük Azerbaycan’da, Türkmenistan’da, Kazakistan’da, Kırgızistan’da hatta Hakasça ve Yakutçada da aynen yaşamaktadır.

Türk dünyasına yaptığım birçok araştırma ve inceleme gezisinde, beldemizde kullandığımız sözcüklerle anlaştım. Aynı dili konuşuyorduk. Ufak tefek telaffuz farklılıkları vardı. Onlar bana “bizim dilimizi nereden öğrendin?” diye sorduklarında “annemden” diye cevap verdim. Şaşırdılar. Ne yazık ki onlar da bizim gibi tarihlerini ve kültürlerini çok az biliyorlar.

Yıldız beldesinde çekimleri yapılan “Gezelim Görelim” adlı gezi programını Kazakistanlı doktora öğrencim SenbekUtebekov’le izledim. Senbek, hayretler içinde kaldı. Niçin şaşırdığını sorduğumda “Hocam, bizim avullarda (köylerde) da aynı giysiler giyiliyor. Kızlar farklı renkte giysiler giyiyor, gelinler farklı renkte. Aynı bunlar gibi” dedi. Senbek’e “Senbek, siz de Yıldızlı olmayasınız” diye şaka yaptım. Dokuz asır önce ayrıldığımız ata yurdumuzda da aynı dil konuşuluyor, hâlâ aynı renkte giysiler giyiliyor, aynı gelenekler yaşıyorsa bunu nasıl açıklayabiliriz? Aynı kültür çevresine ait olmakla tabii ki…

Yıldız beldesi, Türk dünyası dil ve kültürünün yaşayan, küçük bir laboratuvarıdır. Tabii bu hüküm, çevremizdeki birçok köy için de geçerlidir. Karkın, Sarıyar, Güneykaya, Yakupoğlan, Yusufoğlan, Kuzören, Gaziköy, Banaz, Arslandoğmuş, İslim, Yakupköy, Kurtlapa, Gümüşdere, Olukman köyleri de Oğuz-Türkmen köyleridir. Konuştuğumuz dil, yaşantılarımız, geleneklerimiz hepsi birdir. Aynı bağın gülleriyiz biz.

Şimdi anladınız mı aslımızı neslimizi?